Hasan Bögün / Gazeteci-yazar. Dünyanın halen içinden geçmekte olduğu durum tanımlanmak istenirse, herhalde huzursuz ve gergin demek isabetli olacaktır.
“Dünya on yıl önce de huzursuz ve gergin değil miydi” sorusu sorulabilir. Evet öyleydi. Ama şimdiki huzursuzluk ve gerginlik ile on yıl önceki arasında fark var.
On yıl önce, geleneksel siyasetleri hegemonyacılık olan gelişmiş ülkelerin gelişmekte olan ekonomilere örtülü-açık siyasi, ekonomik, askeri müdahaleleri gerginlik ve huzursuzluk yaratıyordu.
Hegemonyacılığın yarattığı sorunlar yine var. Fakat huzursuzluk ve gerginlik şimdi esas olarak dünyadaki iki büyük askeri güç (ABD ve Rusya Federasyonu) arasındaki itişmelerden, iki büyük ekonomi (ABD ve Çin Halk Cumhuriyeti) arasındaki anlaşmazlıklardan, ABD ile eskiden beri müttefik olduğu gelişmiş ekonomiler arasındaki didişmelerden, hatta gelişmiş ülkelerdeki ekonomik ve toplumsal sorunlardan çıkıyor.
Biraz açalım. 2008 bunalımı, liberalizmin yol verdiği mali sermayenin yalnız gelişmekte olan ekonomileri vurmadığını, başta ABD olmak üzere en gelişmiş ekonomilerin dahi mali sermaye saldırganlığından muaf olmadığını gösterdi. Bunalımın başında 10.6 trilyon dolar olan ABD’nin kamu borcu, 2019’da 19,9 trilyon dolara yükseldi. Günümüzde 30 trilyon dolara dayanan kamu borcuyla ABD dünyanın en borçlu ülkesi. Toplam kamu ve özel sektör borcu GSMH’nin yüzde 420’sine çıktı. Fransa, İtalya, İngiltere gibi öteki büyük ekonomiler de yüksek borçlarla boğuşuyorlar. ABD’nin borcunu ekonomik araçlarla kapatmasının yolu neredeyse yok gibi.
Bunalım atlatılamadan üstüne Sars Cov-2 küresel salgını kapanmaları geldi. Tedarik zincirlerinin kapanmalar nedeniyle kopması, çok yönlü kıtlıkları olasılıktan öteye taşıdı. Bunun da üstüne Ukrayna krizi bindi. ABD’nin Ukrayna sorununu bahane ederek müttefiklerini yaptırımlarla kuşatması, enerji kıtlığını özellikle Avrupa için gerçekliğe dönüştürdü. Bunun arkasından reel ekonomide büyük sarsıntıların gelmesi kaçınılmaz gibi görünüyor. Yalnız gelişmekte olan ekonomiler değil, gelişmiş ekonomiler de ciddi risk altında.
Avrupa’nın en büyük ekonomisi Almanya’yı alalım. Ukrayna yaptırımlarından en çok etkilenen ekonomilerden biri olan Alman ekonomisinin 2022’yi yüzde 0.04 daralmayla kapatacağı hesaplanıyor. Enflasyon 1951’den bu yana ilk kez yüzde 10.4’e yükseldi. Aynı anda hem durgunluk, hem enflasyon.
Daralmanın başlıca etkenlerinden biri elbette enerji fiyatlarındaki olağanüstü yükseliş. Antalya’daki 12. Enerji Zirvesi’nde konuşan Almanya eski Başbakanı Gerhard Schroder’e göre, doğalgazın spot piyasa megavat fiyatı 200 Euro’yu geçti. Fiyat Ukrayna yaptırımlarından önce 20-30 Euro aralığındaydı. Daha önce 5-6 cent dolayında seyreden hane kilovatsaat fiyatı 20 cente fırlamış bulunuyor.
Enerji fiyatındaki böylesi fahiş artışlar karşısında rekabet etme şansı zayıflayan sanayi üretimden düşer. Nitekim Schroder, “fantezi diyebileceğimiz fiyatlarda seyreden enerjinin ekonomiyi kalkındırmasını beklemek mümkün gözükmüyor” diyor. Reel sektörde iflaslar ve işyeri kapatmalar, küçüklerden orta boy şirketlere doğru tırmanıyor. Süreç ivme kazanırsa, daralma yüzde 0,04’ün üzerine çıkabilir. Bu aynı zamanda istihdam kaybı ve dolayısıyla kamunun hane halkını destekleme programlarının üzerindeki yükün daha da ağırlaşması demek. Zengin de olsa Alman hazinesi bu yüke nereye kadar dayanabilir.
Öte yandan Deutsche Bank’ın 2023 yılı “Yatırım Görünümü Analizi,” durgunluk ve daralmanın süreceğini öngörüyor. Analizde, mevcut durgunluğun şimdiye kadar yaşananların en büyüğü olduğuna işaret ediliyor.
Ukrayna yaptırımları yetmemiş gibi, Avrupa ekonomilerini şimdi de ABD’nin Ekim ayında çıkardığı Çip Yasası ile 1 Aralık’ta çıkardığı Enflasyonu Düşürme Yasası sıkıştırıyor. Avrupa Birliği’nin (AB) yönetici organı olan Avrupa Komisyonu’nun bir ileri teknoloji uzmanına göre, iki Amerikan yasasının Avrupa’da tetikleyeceği yarı iletken krizinin etkisi ‘Rus doğalgazı arzındaki kesintiden yaklaşık 10 kat daha büyük’ olacak. Komisyonu’nun bir iç raporu, Amerikan yasalarının ‘bölge dışı etkileriyle uluslararası hukuku ihlal eden yeni ihracat kontrolleri” getirdiği değerlendirmesini yapıyor. Bir Fransız diplomat, durumu, “ABD kendi koyduğu kuralları kendisi çiğniyor” diye özetledi.
İki ABD yasası Avrupa’da büyük tedirginliğe yol açtı. Yasalar hem Çin’e ileri teknoloji ürünleri satışını, hem Çin menşeli yarı iletkenler kullanılan ürünlerin ABD’ye ve üçüncü ülkelere satışını yasaklıyor. Bu da Alman ekonomisi başta olmak üzere, bütün Avrupa ekonomilerinin durmasına yol açabilir.
Almanya’nın en büyük 30 üreticisinin üst düzey yöneticileri Başbakan Olaf Scholz’a ortak bir mektup yazarak, soruna çare bulunmasını istediler. Mektuba imza atan büyük ilaç ve kimya şirketi MERCK’in üst yöneticisi Belen Garijo, ABD’nin eylemlerine karşın “Çin’in büyüme ivmesinin süreceğini,” bu yüzden Çin ile iş yapmanın “Almanya’nın çıkarına olduğunu” belirtti. MERCK, Çin’e yarı iletken üretiminde kullanılan kimyasallar satıyor.
Makine üreticisi Trumpf sahibi Nicola Leibinger-Kammüller, Çin’den konektör, kablo veya elektronik bileşen tedarikini durdurması halinde ‘üretimin ciddi şekilde etkileyeceğini’ söyledi. Çin’in ‘ciddi sonuçlara yol açmadan ortadan kaldırılamayan büyük bir satış pazarı’ olduğuna işaret eden Leibinger-Kammüller, ‘Çin’in otomotiv ve makine mühendisliği pazarı aradan çıkarsa Almanya’da neler olacağını hayal bile etmek istemiyorum’ dedi.
Büyük otomotiv üretecisi Volkswagen ile hükümetin Yeşil kanadından Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock ve Ekonomi Bakanı Robert Habeck arasındaki atışma medyaya da yansıdı. Volkswagen, Yeşil bakanların Çin’den çekilme isteğini reddetti. Durum yalnız iş dünyası ile hükümet arasında gerilime yol açmıyor, hükümetin kanatları arasında da anlaşmazlıklar çıkarıyor.
Hollanda şirketi ASML de ABD’nin yoğun baskısıyla karşı karşıya. ASML, dünyadaki en ileri baskılı devre üreticisi. Firmanın hassas lenslerlerle ve yüksek voltajlı lazerlerle donatılmış litografları, en küçük yarı iletken yongalarını işleyebiliyor. ABD Hollanda hükümetine Çin’e litograf satılmaması, satılmış olanların da geri çekilmesi için baskı yapıyor. Hollanda Ticaret Bakanı Liesje Schreinemacher, ‘Hollanda, Amerikan önlemlerini bire bir kopyalamayacak. Washington, hükümetimize bu tür değişiklikleri basitçe empoze edemez’ diye tutum aldı. Şimdilik, Hollanda’nın Çin’e son kuşak litograf satmaması, eski kuşakları satabileceği üzerinde bir uzlaşma oluşmuşa benziyor.
Amerikan yasaları Fransa Cumhurbaşkanı Emanuel Macron’un 1 Aralık’taki ABD ziyaretini de gölgeledi. Macron, Enflasyonu Düşürme Yasası’nın tam da Washington’a vardığı gün çıkmasına tepkisini, tarihsel göndermeler yaparak, “En azından eski bir dost gibi karşılanmayı umuyordum” diyerek gösterdi. Macron bu yasaların “Batı’yı bölebileceğini” söyledi.
Avrupa Komisyonu, Avrupa ekonomisinin çökmesi ile ABD ile çatışmak ikileminde bir çıkış yolu bulmak için çaba harcıyor. Komisyonun üzerinde durduğu çözüm, Avrupa’nın kendi yarı iletken sanayisini kurması gibi görünüyor. Bunun için yüz milyarlarca dolarlık sermaye oluşturulması, birkaç yıl alacak planlama vs gerekiyor. Japonya’da ve Güney Kore’de de benzer eğilimler gözleniyor. Böyle bir gelişme, bir yandan trilyonlarca dolara varan kaynağı heba etmek, bir yandan da standardizasyonun gerektiği bir alanda anarşi demek.
Çin ekonomisini çökertmeyi hedef almış olsa da, ABD’nin eylemleri ilk önce Avrupa ekonomisini çökertebilir. Bunun büyük toplumsal sonuçları olacaktır. Avrupa’da uzun bir aradan sonra yaygın grevler ve protesto eylemleri görülmeye başladı. Zor geçecek kışın arkasından halk hareketlerinde sıçrama beklenebilir.
Büyük bunalımları topyekûn savaş ile ilişkilendiren teorileri akla getirecek bir manzara çizdiğimin farkındayım. Ama hayır! Topyekûn savaş pazar paylaşımı talebinden çıkar. Günümüzde ortada pazar paylaşımı talebi bulunmuyor; irtifa kaybı ivme kazanan ABD ekonomisi, kendi kurduğu dünya ekonomik sisteminin üzerine kapaklanıyor.
Amerikan ekonomisinin irtifa kaybetmesi, Çin Halk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Xi Jinping’in sık sık tekrarladığı gibi, Çin ekonomisinin yükselişinden kaynaklanmıyor; tersine kendi iç dinamikleriyle ilişkili. Amerikan ekonomisi gelişebileceği en uç noktaya kadar gelişti; kendisini yenilemeye, yapısı ve 230 trilyon doları bulan devasa Amerikan mali sermayesi izin vermiyor. İstikrarın, refahı eşit dağıtmanın, topluca ilerlemenin, uzlaşmanın vs mali sermayenin umrunda olmaması, iç dinamiği yaralıyor ve ekonominin gelişmesini köstekliyor. Eşitsiz gelişme yasası, Amerikan ekonomisi örneğinde hükmünü böyle yürütüyor.
Cumhurbaşkanı Xi, bu yıl içinde gerek Asya Pasifik Ekonomik İş birliği (APEC) toplantısında, gerek Kasım ortasındaki G-20 zirvesinde ABD Başkanı Joe Biden ile yaptığı üç saatlik görüşmede, Amerikan ekonomisi için çıkış yolu önerilerinde bulundu. Bu öneriler kısaca şöyle toparlanabilir:
-İki büyük ekonomi olan ABD’nin ve Çin’in dünya ekonomisinin selametini ve istikrarını gözetme ortak sorumluluğu vardır. Bu nedenle iki büyük ekonomi dünya ekonomisine zarar verecek çatışmalardan kaçınmalıdır.
* Çin, Amerikan ekonomisine zarar verecek bir şey yapmıyor. Çin’in amacı yoksullukla mücadele, kendi toplumunu refaha kavuşturmak ve ilerletmek, refahı eşit olarak dağıtmaktır. Dünya ekonomisine olumlu katkıda bulunmak ve gelişmekte olan ülkelere yardım etmektir. Bütün ülkelerin hedefi bu olmalıdır.
-İki büyük ekonominin çatışması barış ve istikrarı bozar, dünya ekonomisine zarar verir. Bu en çok da yoksul ülkeleri zora sokar. ABD ve Çin çatışmak yerine, elele vererek herkesin kazandığı bir ortam yaratmalıdır.
-Tedarik zincirlerini koparmak arz kıtlıklarına neden olur ve bütün ekonomilere darbe vurur. Buna izin vermemek için, iki büyük ekonomi dünya ticaret ortamını bozacak ekonomik yaptırım, ticari ve endüstriyel boykotlar gibi eylemlerden kaçınmalıdır. Ekonomik sorunları ekonomi dışı yöntemlerle çözmekten kaçınılmalıdır.
-Bu kurallar üzerinde uzlaşılırsa hem ABD hem Çin kazanır.
Ne var ki, gerçekçi olmak gerekirse, Amerikan yönetiminin eylemleri, ABD’nin dünyadaki gerginliği ve huzursuzluğu gidermede ve dünya ekonomisini bunalımdan çıkarmada olumlu bir tutum almaktan uzak olduğuna işaret ediyor.
Kaynak: Çin Uluslararası Radyosu
Hibya Haber Ajansı